Kâinat sürekli genleşen/genişleyen bir zuhûr/açılım ebrusudur. Her renge her tavıra bir yer var bu ebrunun içinde.
Biz kuluz puluz; kula pula secde yaraşır. Salât ebrusudur secde…
Rabbânî ve Rahmânî bir öpüşmedir bu secde…
Yâ Selâââm, yâ Selââm, yâ Selâm!
Kategori: ZUHURAT Yazıları
ZEVK-İ SELİM
İçinden ve dışından fazla homurdanma, kakıma/kemküm etme, kötü söyleme; insan genelde hep kendini söyler! “Ya hayır söyle ya sus” buyurur adı güzel kendi güzel Peygamber…
Zevk-i selim neler söyler bir bilsen, âh bir bilsen/ Zerre kadar hilâf bir şey söylemezsin inan sen!
Yâ Selâm, yâ selâm, yâ selâm!…
Yûnus’tan Çok Harika Bir Gönül Bulutu
Miskin Yûnus’un;
“Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur/ Bir dem gelir şâdân (sevinçli) olur, bir dem gelir giryan (ağlayan) olur!
Bir dem sanasın kış gibi, şol zemheri (karakış) olmuş gibi/ Bir dem beşaretten (müjdeden) doğar, hoş bağ ile bostan olur!
Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez (açıklayamaz)/ Bir dem dilinden dür (inci) döker, dertlilere derman olur!
Bir dem div olur ya peri, virâneler olur yeri/ Bir dem uçar Belkıs ile, Sultân-ı ins ü can olur!
Bir dem varır mescidlere, yüz sürer anda yerlere/ Bir dem varır deyre (kilise) girer, İncil okur ruhban olur!
Bir dem gelir İsâ gibi, ölmüşleri diri kılar/ Bir dem girer kibr evine, Fir’avn ile Hâman olur!
Bir dem döner Cebrâile, rahmet saçar her mahfile/ Bir dem gelir gümrah olur, Miskin Yûnus hayran olur!” nutku, tam tekmil çok harika bir ebr-i dil/gönül bulutudur.
İnsanlık, seni tanıdığı zaman, kendi kendisiyle tanışmış olacakdır yâ Rasûlallah!
İnsanlık, seni tanıdığı zaman, kendi kendisiyle tanışmış olacakdır yâ Rasûlallah!
Seni seven kendini sever, seni sayan kendini sayar dahîlek yâ Rasûlallah!.
Seni bilen kendini bilir, seni bulan kendini bulur şefâat yâ Rasûlallah!..
KONFÜÇYÜS SOFRASI
Zıt karakterde birini gördüğümüzde içimize dönüp kendimizi incelemeliyiz!
Başağın iyi yetişmesine engel, zararlı otlar değil, çiftçinin ihmalidir!
Mutluluğu bulmak için değil, paylaşmak için evlenilir. Bir şeyler almak için değil, vermek için sevilir!
Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner.
Dinsel erdem, insanlığı sevmekle olanaklıdır. Bu sevgi hissi, aileden toplumdan hükümete dek karşılıklı olarak uzamalıdır.
Güzel yeteneklerin dahi olsa, kibirli ve cimriysen, diğer özelliklerine göz atmaya bile değmez.
Nasıl ki elmas yontulmadan mükemmelleşmezse, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz.
Bir milleti tutsak etmek isterseniz, onun müziğini çürütün.
Devlet düzen içinde yönetildiğinde ancak dünyada barış tesis edilebilir.
Elde edilecek bir çıkarı olduğu halde adaleti düşünen, tehlike karşısında hayatını hiçe sayan ve eski taahhütlerini unutmayan insan mükemmel bir insandır.
Eğitimli insanlar yapabileceklerinden fazlasını söylemeye utanırlar.
Aşk, dört bir nala giden at gibidir. Ne dizginden anlar, ne söz dinler.
ÖZÜ ÜZEN SAĞLIKSIZ SÖZ EBELİĞİ
Şeyhülekber’e göre, nefsâniyet bağlamında üç temel hastalıktan ilki sözlerde, ikincisi fiillerde, üçüncüsü hallerde ortaya çıkar. Söz hastalıklarının ilki, doğru söze tapınırcasına bağlanmak! Söz hastalıklarının en berbatlarından biridir bu! Bunun devâsı, doğru sözün söyleneceği yeri bilmektir! Gıybet de genelde doğru bir şeyi söylemektir. Lâf taşımak da öyledir ama, bunlar yasaklanmıştır. Kalabalık içinde doğruyu öğütlemek doğru fakat şaşkınlık ve taşkınlıktır. İnsanları kıracak gücendirecek, zor durumda bırakarak yalana dolana inkâra sevk edebilecek kalın odunsu tarz ve tavırlardan arınmak, sağlıklı söz söyleme sanatının ilk şartı olsa gerek!
Söz hastalıklarının ikincisi, salt merak dürtüsüyle gereksiz yere insanların ne yapıp ettiklerini, gelenlerini gidenlerini sorup soruşturmak da bir söz ebeliği hastalığıdır! Bu hastalığın ilacı, yolculuktan dönerken geceleyin evine gitmeyen ve arkadaşlarına da bunu yasaklayan Peygambere uymaktır! Hazreti Peygamber şöyle buyurur: Kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri bırakması, onun müslümanlığının güzelliğindendir. Bu sârî hastalık o kadar bulaşık ve yalaşık bir illet ki, boş gezenin boş kalfası insanların bayatlayan hayatı, gereksiz geyiklemelerle geçiyor yazık! Söz gelimi şu, nassın, sen nassın (nasılsın, sen nasılsın?), daha nasılsın? Aaa! Şu şeyin ne güzelmiş, pek yakışmış sana! Oooo! Bu ne harika çocuk! Al senin olsun! Yoooo! Olmaz valla olmaz, bu sana ve buraya yakışmış! Tamam bunlar burda kalsın, ben gelirim sana! Lâfı mı olur bunların? Hepsi fedâ olsun sana ayol! gibi geyiklemeler de yiğir yiğir rüküşlük kokan söz ve hal hastalığıdır! Bu tür rüküşlük ve rekâketler hep olmuş, halen de çok oluyor maalesef yazık! Her gün en azından kırk defa, yalan yanlış algılara yol açar bu tür geyiklemeler! Bu lâf ebeliği fasıllarında, illâki zuhûr eden, hatta fırtan, nassın (nasılsın)ın cevabı, çok şükür elhamdülillâh, hep beraber iyi olalım inşallah olmalıdır!
Söz hastalıklarının üçüncüsü, dolaylı ya da dolaysız olarak, açık açık doğrudan veya îmâ ile yapılan edilen bir iyiliği başa kakmak! Yapılan edilen hayır ve hasenâtı seyyiâta, iyiliği kötülüğe dönüştüren çok berbat bir durum bu! Karacoğlan şöyle çözer bu bahsi: Mecliste ārif ol kelâmı dinle/ El iki söylerse sen birin söyle/ Elinden geldikçe sen iyilik eyle/ Hatıra dokunup yıkıcı olma! Dokunur hatıra kendisin bilmez/ Asilzâdelerden hiç kemlik gelmez/ Sen iyilik et, o zâyi olmaz/ Darılıb da başa kakıcı olma!
Dördüncüsü, iki yavrusundan birini biraz fazla kollayan bir kimseye, az kollanan yavrunun da hazır bulunduğu bir ortamda: Bunun günahı ne? dercesine patavatsızlık etmek münâsib değildir! Böylesi durumlarda, adam adama birebir beraberken: Niye adalet etmiyorsun, gerekçen ne? diye sorsa bile sovuk ya da savık bir süâl olabilir bu. Uyarmak, âdil olmaya çağırmak eyvallah ama, usûl ve üslûb rekâketi asılı da rencide edebilir. Vusulsüzlük usulsüzlükten kaynaklanır der ārifler ve zarifler.
Beşincisi, söylediğimin dinleyene ağır gelip gelmemesi beni ilgilendirmez tavırlarına girmek! Böyle bir insanın, “onların sözlerinin çoğunda hayır yok!” âyetini ilâç edinmesi gerekir.
Altıncısı, kitab ve sünnet bağlamında münker şer olan şeyleri, kendi zannı zindanlarında şirin gösterme gayretidir! Sözlerin ayrıntısı çoktur. Bu dertlerin devâsının biri, susmak istediğinde konuşman, konuşmak istediğinde susmandır! Diğeri, susunca günahkâr olacağın durumlarda konuşmandır! Aksi halde konuşmamalısın! Alkışlandığın ortamlarda konuşmaktan sakınmalısın! (F 8/146-151)
Yazmanın çizmenin konuşmanın helâl olduğu anlarda ve şanlarda yazmak çizmek konuşmak; yazmanın çizmenin konuşmanın haram olduğu an ve şanlarda susmak vacibtir! Emr-i bil mârûf ve nehy-i anil münker, ehline erbânına, kitab ve sünnet ālim ve āriflerine farz vâcib, sünnet müstehâb ve mendûb; ilim irfan ehli olmayanlara kaş yapacağız derken göz çıkaracakları için müfsîd, hatta haram ve ğaramdır! Yarım hoca dinden, yarım doktor tenden eder derler ya! Böyle bir şey bu! İnsanın üstüne vazife olan şeyleri yapması bir iştir, bir işe yarar. Üstüne vazife olmayan şeylere soyunmak, iş değil, işgüzarlıktır! İşgüzarlık hiç bi işe yaramaz! İşgüzarlık yapanlar hem kendilerine hem başkalarına zararlı olabilirler! Herşey herkesin üstüne vazife değil! Her şey, ehline ve erbabına vazife! Sen neyin, hangi alanın ehli ve erbabıysan, senin üstüne vazife olan, o alanda çalışıp çabalamandır! O alanın en iyisi, en özeli, en güzeli, en yahşisi olmaya gayret etmendir. Senin alanına girmeyen şeyler bağlamında “Vemâ aleyke! Senin üstüne vazife değil, sana vacib değil!” diyor âyet Abese’de. “Vemâ aleyke ellâ yezzekkâ!” âyetinde netleşmeye bak sen!
Söz ebeliği veya söz gebeliği yeni bir doğuma vesile olabilir elbet belki amma, muamma şu ki bu bağlarda söz doğurma ve doğurtma bağlamında özenli ve düzenli olmak gerek herhalde, zîra, her kelâm kelâm-ı müfîd değil de kelâm-ı müfsîd olabilir! Bu da her şeye ve herkese zarar verir! Yâ Selâââm, yâ Selââm, yâ Selâm!
Mustafa Özdamar
25 Eylül 2022
HAREKET VE BEREKET
Tahiyyat tayyibat ve salavat Allah’a!
Selâm sana ey nebî! Allah’ın rahmeti ve berekâtı sana!
Selâm bize ve sâlih kullarına!
Biz tanıklık ederiz ki, tek ilâh Allah’dır! <
Bu kutsal konuşma ve melekûtî tanıklık, bu tahıyyat tayyibat ve salavat, hem hareketdir, hem bereket!
Salli bârik niyazları, hem hareketdir, hem bereket!
Hareketde bereket, bereketde hareket vardır!
Hareket ve bereket, hayatın en <
Allahım, habîb-i edîbin ve resûl-i ekremin <
Allahım, habîbi kibriyan ve kibar kulun Muhammed Aleyhisselâm ve soyuna sopuna bereket ihsân eyle! Halîlin İbrâhim’e ve soyuna ihsan ve ikram eylediğin gibi!
Bu naz ve niyazlar, enbiyânın ve evliyânın şahsında <
Bereket ve berekât; sürekli artan eksilmeyen bolluk ve bolluklar anlamına gelen bir kelime ve kavramdır ammaaaa… Bereket azdadır, azda bereket var, diye de bir söz vardır! Hâtemul Enbiyâ sözü, hadîs-i şerîf! Azlıktan murad, bolluğun mayası anlamına gelse gerektir! Azlıktan murad, kanaat zenginliği olsa gerektir! Kanaat artan eksilmeyen, tükenmeyen bir hazine, sözü de peygamber kelâmıdır! Azze men kanaa; zelle men tamaa: kanaat eden azîz olur; tamahkârlık eden zelîl olur, denir ki, çok şerefli bir sözdür!
Hayat harekettir, hareket berekettir: bereket gizemli bir bolluktur!
Bereket ve berekât çok esrarlı bir hâlet ve zuhûrat! Kıt kanaat geçinen bir insan, eli ve gönlü açıksa, eli ve gönlü kilitli değilse, zenginden ziyâde zengin bir merdlik ve cömerdlik zuhûr eder onda!
Bizim köyde böyle bir gariban vardı! Köyün en fakirlerinden biriydi! Körükcünun Ali Rıza derlerdi! Ali Rıza, âl-i rıza bir adamdı âdeta! Kökten rıza bir garibandı! Yoksulluk, körükcü babasından kalma bir emânetti ona sanki!.. Demirci dükkanlarında kömürcülük, körükcülük yapan körükcü babası Bekir Ağa diye tanınırdı ama, ağalık nerdeee Bekir Ağa nerde! Bekir Ağa sıfırdan kökten yoksulluğun ağasıydı! Bizim Ali Rıza ya da âl-i rıza da, bu yoksulluk ağasının yoksul oğlu yoksuldu ammâ.. Yoksul oğlu yoksul Ali Rıza’nın gariban kanaat sofrasındaki lezzet ve halâvet, köyün en varsıl Ağa Babaların sofrasında yoktu! Ben tanığım buna! Ortak dostumuz dişçi Hacı İbrahim de tanık!
Ali Rıza bizim gönül dostumuzdu! Biz onu, o bizi çok sever, severdik! Hâlinin hâkânı olan o garibana Sultânım derdim ben! Dişçi de Sultan derdi! Mevleviyyül meşreb bir Nakşibendî idi ammâ, ihvânı onun hâletine muttali değildi! Hem öyle hem böyle bir garibanlığı vardı bizim Sultânın!
Azdaki, hatta yoktaki bereket ve kanaat zenginliğini onda gördüm yaşadım ben!
Yâ Selâââm, yâ Selââm, yâ Selâm!
18 Eylül 2022
Mustafa Özdamar
“KUT”SAL VE “MUT”SAL EMÂNET
Bu bakışta dikkat ve rıkkat edilecek, özen gösterilecek, özenle irdelenecek ilk âyet; Hakîm Allah’ın Lokman 31/20‘de ve daha pek çok sûrede, ortalama bir ifâde ile: Elem terav ennellahe sehhara leküm ma fissemavati ve ma fil ardı ve esbega aleyküm niamehu zāhireten ve bātıneh! Göklerde ve yerde, her nerde ne varsa hepsini size musahhar kıldık, emrinize âmâde eyledik emrinize verdik! işaretidir!
Duyduk duymadık demeyin! Böyle buyuruyor Allah! Hiç tereddüt etmeyin! Böyle duyuruyor Allah! celle şânühu! Elhamdülillâh!
İlim ve bilim insanlarının bu mahrem muhtevâ bağlamında çooook ciddi çalışmaları lâzım! Onların işi bu! Güzel Allah öyle geniş, öyle gizemli bir sofra açmış ki. Sübhânallaaaah Sübhânallah!
Bu hak ve pâk sofrada, her şey ihsâââân, her şey adâlet!
İnnallahe ye’muru bil adli vel ihsân! Allah, adâlet ve ihsânı emreder! Nahl16/90
İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum felehâ! Bir iyilik yapınca kendinize iyilik etmiş olursunuz; kötülük yapınca da kendinize kötülük etmiş olursunuz! İsra 17/7 Ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke! Allah’ın sana ihsân ettiği gibi sen de ihsân et! Kasas 28/77
Adâlet ve ihsân, hem kişisel hem de toplumsal hayatın en vazgeçilmez denge unsurudur. Bu hassas dengeyi bozan, hem kendisine hem de başkalarına zarar verir.
Adâlet ve ihsân, ferdi cemiyeti ve devleti ayakta tutan ana taşıyıcılardır. Adâlet ve ihsânın sağlam ve sağlıklı çalışması için kişinin kamu yararını kendi çıkarının önüne koyarak, bencillikden soyunup dökünerek sencilliği giyinip kuşanması gerekir. Adâlet her şeyi yerli yerince etmek, ihsân da karşılık gözetmeden hep iyilik etmek ve vermekdir. Hadis-i şerifdir: İhsân, Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmekdir! (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Ibn Mâce)
Adâlet ve ihsân; en büyük, en <
Bu kutlu ve mutlu kullukta; ten beden, hayat memat emânet! Akıl fikir, duygu düşünce emânet! Mal mülk, tarla tapan, para pul emânet!
İlim bilim herşey bize emânet! Dünya emânet dünyalık emânet!
Karı koca birbirine emânet! Çoluk çocuk, torun torlak emânet! Benim ya da bizim denen her şey bize emânet!..
Güç kuvvet, hareket bereket, gayret dirâyet emânet! İnsan eşya, tabiat kâînat, her şey bize emânet!
İnnallâhe ye’murukum en tueddul emânâti ilâ ehlihâ! Emâneti ehline verin! diyor Nisa 4/58’ de Güzel Allah! Emâneti ehline vermek de emânet!
Emâneti ehline vermemek, emânete hıyânettir! Hıyânet, emânete ihânettir, ihânettir, ihânet! Neûzü billâhi min şurûrî enfüsinâ ve min seyyiāti âmālinâ! Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin seyyiâtından Allah’a sığınırız! Emânete riâyet etmemek münâfıklıktır. Münâfıklığın âlâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler; sözünde durmaz, va’d eder, tersini yapar; emânete hıyânet eder.
Kısa ve öz, net ve berrak, şunu söylüyor Hakk Çalab: size musahhar kıldığım, emrinize âmâde eylediğim şeyler bağlamında, benim adıma, sizler yapın çatın, murâdıma yâredin!
Hüdâ’ya minnet! Bizden istediği şey, Çalabîlikdir, çelebiliktir! Çalabîlik, Çalab’a hilâfettir! Hilâfet de emânettir, emânettir, emân et!
Aman yâ Rab, emân yâ Rab; bize emân et; sırât-ı müstakîme ilet!
Hakk Çalab’ın buyruğunun özü şu:
Âlem âdem her şey size âmâde! Her şeyleri bi şeylere yâr edin!
Yâr olun bâr olmayın kimseye! Hoş bakın, boş bakmayın kimseye! Hor bakmayın ta’n etmeyin kimseye! Her şeyleri bi şeylere yâr edin!
Rabbenâ mâ halakte hâzâ bātılâ! olsun virdiniz hakka bātıla! Kem bakmayın sakın ola ātıla! Her şeyleri bi şeylere yâr edin!
***
Emânet bağlamında en ana, en baba âyet; Ahzab sûresinde yer alan şu ifâdedir:
İnnâ aradnâl emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli feebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehâl insan, innehu kâne zalûmen cehûlâ! Biz emâneti göklere, yere ve dağlara arzettik, onlar yüklenmekten çekindiler kaçındılar, telâşa kapıldılar; onu ancak insan üstlendi zîra, o çok zâlim ve câhildir! Ahzab 33/72
Bu emânet, Allah’ın yeryüzüne halîfe kıldığı insana verilen hilâfet hil’atıdır! Allah’ın halîfesi halîfetullah olmaklık sıfatıdır! Akıl fikir irâde ve sorumluluk diye yorumluyorlar müfessirler bu hilâfeti! Hilâfetin derûnunda bunların hepsi var!
Bu mukaddes muhtevâ çok mahrem bir esrar yumağıdır! Allah’ın halîfesi olan insan, nasıl çok zâlim, zalûm ve çok câhil, cehûl olabilir sorusuna şöyle bir şey söylenebilir: Vahdetten kesrete inen herşeyde böyle bir öznellik ve nesnellik vardır! Kesretde vahdeti temsil etmek çooook zordur! Çok karmaşık sarmaşık bir gizem var bu muhtevâda! İnsanın fıtratında, yaradılışında, potansiyelinde var olan bu üstlenme ve yüklenme emâneti öylesine ağır ki; bu ağırlık altında çooook darlanan zorlanan, ezilen büzülen; Allah’ın emriyle murâdı arasındaki mahrem iltisakı çözemeyen; ya da tam tersi böbürlenerek şımaran insan, en çok kendine, kendinden taşıp dökülen de ahfâdına, etrafına kıymış olmaklığı yaşıyor mu, yaşıyor! Hz. Âdem’in, biz kendimize kıydık niyâzı bunu simgeliyor olsa gerektir! Allah’dan kula, kuldan kula intıkal eden bütün emânet ve hilâfetlerde böyle bir çözümsüzlük gizemi var mı, vardır! Kim kimi nasıl ve tamı tamına temsil edebilir ki!.. Hiçbir şeyin îzâhı yok! Var diyen, etsin! Eden kendine eder, hakîkatin tamını ve tümünü veremez! Buna imkan yoook, O’na isyan yok!
Şunu söylemiş vaktiyle bu bağlamda Şemseddin Yeşil: <
Allah’ın halîfesi olan insan; yerince ve yeterince merd cömerd, gayretli dirâyetli ve dürüst olmazsa; kendisine verilen, emrine âmâde edilen bu <
Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin; tartılmadan önce amellerinizi tartın uyarısında uyanmak ve her şeyin hesabını kitâbını sağlam yapmak gerekiyor vesselââââm!
***
Konya’da pehlivan, Ankara’da fedâkar, İstanbul’da vefâkâr arkadaşım ve gönüldaşım can insan, öz can insan Mevlüd Özcan, bu bağlamda çooook hayırlı uğurlu duyarlı bir mücâdele adamıydı. Sâdece anılar kanılar ve sanılarla değil hayreti gayreti ve ruhâniyetiyle bizzat, sabrı sebâtı ve hasenâtı ile potansiyel olarak bilfiil yanımızda yöremizde hâlâ yaşıyor olan bir fütüvvet eriydi. Bütün insanları iki cihanda da azîz etme derdiyle çalıştı çabaladı çırpındı. Bismillâh fî emânillah, selâmunaleyküm ve Rahmetullah!
Yâ Selâââm, yâ Selââm, yâ Selâm!
Mustafa Özdamar
11 Eylül 2022
EDB VE EDK
Bu üçlü şifrenin ilki, EDB; yazılan çizilen ve konuşulan anlamda edeb: Eline diline beline sāhib olma edebi!
Edeb bir tâc imiş nûru Hüdâ’dan/ Gey ol tâcı emin ol her belâdan!
Eyvallah! Bunun algısında bir sorun yok!
İkincisi, EDK; el, dil, kalb kelimelerinin şifresi! Buna da eyvallah!
Peki bu şifre ne söylüyor? Verdiği mesaj ne? Evrenin erdemi Efendimiz Aleyhisselâmın bir sözü var bu bağlamda! Buyuruyor ve duyuruyor ki: Ortalıkta herkesin zararına olan bir kötülük gördüğünüz zaman; onu ilk plânda elinizle izâle edin! Elinizle izâleye gücünüz yetmiyorsa dilinizle, bir şeyler söyleyerek izâle etmeye gayret edin! Dilinizle de etkili olamıyorsanız, kalbinizle tepki vererek, o kötülüğün ortadan kalkmasına illâki bir etkiniz tepkiniz ve katkınız olsun!
Bu mesajın bilgeleri ve bilgenleri derler ki:
Elden murad, kuvvettir, kuvveti devlet kullanır!
Dilden murad, ilimdir bilimdir; ilim ve bilimi ilim ve bilim insanları kullanır!
Kalbden murad, halkın irâde ve ihtiyârıdır; irâde ve ihtiyârı halk, ahâli, herkes kullanır!
Bu öylesine özel güzel ve gizemli bir şifre ki; halk yâni ahâlî, yânî çoğul; irâde ve ihtiyârını, sonucu belirleyecek seçimini doğru ve isabetli yapabilirse, üçüncü sırada yer alan bu gizemli şifre içerisinde üçünü de çözmüş olur!
Ahâliye vâcib olan irâdesini sağlam sağlıklı ve isabetli kullanmak! Gayretli dirâyetli, merd cömerd ve dürüst insan seçmek! Sosyalitenin edeb kalitesi; siyâsetin rahmânî kıyâseti ve ekonominin helâliyeti buna bağlı! Devletin devlet olması, milletin kendi kutsal muhtevâsına uyanması ve memleketin sağlam ve sağlıklı kalkınması buna bağlı!
Cehâletin hubel putlarına ve benzerlerine imkân açmak milletin memleketin ve devletin zararınadır; haramdır garamdır! Çok berbat bir saplantıdır! Masum halkı bulandıran ve dolandıran etnisite hırsızlarını koruyup kollamak; haramdır, zararlıdır!
Yararlıya yol verme, zararlıya dur deme dirâyeti; halkın niyyet gayret ve himmetine bağlı çooook özge bir gizem yumağı olsa gerektir!
Herşey elinizde dilinizde ve kalbinizde! Yeter ki dürüst ol! Festekim kemā ümırte! Umüru belirleyen sizlersiniz ahâli! Bu şifreler bu mesajı veriyor!
Yâ Selâm!
Mustafa Özdamar
4 Eylül 2022
BÜLBÜL-İ GÜLZÂR-I AŞKA ES SALÂ
Ömer Tuğrul İnançer, hıkmet-i hüdâ, isim müsemmâ ilişkisi bağlamında Hz.Ömer tavrında sert ve merd celâlli bir insandı. Selçuklu sultanı Tuğrul bey misâli gayretli dirâyetli inancının eri, kavî bir muhtevâ adamıydı. Cemâlini celâliyle örten özgün bir özgürdü.
Allah’ın sıfatı olan hayatın iki yakası arasında her gün her an sürekli bir geliş ve gidiş var. Tuğrul Efendi de bu geliş ve gidiş trafiği içersinde, iyiliği güzelliği ve doğruluğu yaymak gayretiyle doğruluk ve dürüstlük şeritlerinde; rab rab rab, yâ rab/ rab rab rab, yâ rab ritmiyle canla başla yürüdü yürüdü yürüdü… <
Bismillâh, fî emânillah, selâmun aleyküm ve rahmetullah! Yâ Selâââm, yâ Selââm, yâ Selâm!